Özlenen bahar

Kış bu yıl beklenenden de uzun sürdü. Hamburg’u tanımayanlar için kabaca değineyim: Her yıl Kasım ayı başlarında akşamları 4-5 gibi hava kararır, sabahları 8-9 gibi gün ancak ağarır. Dile kolay bu durum genelde mart ayı başlarına kadar sürer. Yani neredeyse dört ay boyunca karanlıkta evden çıkar, karanlıkta işinizden evinize dönersiniz. Bu durumun insan psikolojisini nasıl olumsuz etkilediğini, karamsarlığın ne kadar tavan yapabileceğini varın siz tahmin edin.

Ama bu yıl kış normalinden daha bir uzun sürdü gibime geliyor. Güneş yer yer açsa da ısıtacak kadar cömert değil. Kuşların cıvıltısından yine de geçilmiyor. Yine bu yıl dikkat çeken aşırı çok olmaları, cıvıltılarının bitmeyen şarkılarmışçasına dur durak bilmeksizin sürüp gitmesi. Eskiden neşe, umut, ayrı bir sevinç ve bahar müjdecisi bu sesler de ruh halimizi gevşetmeye yetmiyor. Her yerden ölüm, kan, savaş, şiddet haberleri gelmeye devam ediyor. Acaba bunların bir türlü gelmek bilmeyen, o özlediğimiz baharla yakından bir ilgisi olmasın?

Kış aylarının o yoğun boğucu karanlığı insanın ruhunun derinliklerine işler. Boşuna bu aylarda depresyon vakalarının artması şaşırmamalı. Güneşsizlik insanı karamsar yapabiliyor, kötümser ruh hallerine davetiye çıkartabiliyor. Umutsuzluk artıyor, hastalıklar çoğalıyor. İnsan nihayetinde doğanın bir parçası, ondan uzak ve kopuk ne kadar dayanabilir? Güneş, su, rüzgar, toprak, bunlardan bağımsız hayat sürdürebilmek ne mümkün.

Baharın gelmesinin insanda yoğun duygu akışına neden olduğu malum. Örneğin karların erimesiyle meydana gelen suların akışı, ağaçların çeşit çeşit renklere bürünmesi, rüzgarın çiçeklerin kokularını beraberinde getirmesi, arada bir çıkan güneşin tepenizden ışıklarını yansıtarak ısıtması, sonra etraftan kuş cıvıltılarının dört bir yandan koro halinde göstermesi. İnsanın yoğun bir coşku ve duygu patlamasına baharın diğer mevsimlere oranla daha baskın olduğu anlar denilebilir.

O yüzden yazın kışı, kışın baharı, baharda güzü aramamız, özlememiz şaşırtmamalı. Her mevsimin elbette kendince ayrı bir güzelliği ve ağırlığı var. Söz konusu ama uzun ve bıktıran güneşsiz ve karanlık kış ayları olunca sabırsızlıkla gelmek bilmeyen baharı özlemek kaçınılmazlaşıyor. İnsan dört gözle rengarenk açacak çiçekleri ve tomurcuklanan bitkileri, meyve verecek ağaçların içimizi ısıtan ve coşkuyla dolduran görüntülerini bekliyor. Ama gelen genelde ayaz, soğuk, bazen soğuk yağmur ve rüzgar. Gel de baharı özleme.

Yine de değinmekte fayda var, insanın memnun olması o kadar kolay değil. O an elimizde, yanımızda olmayan ne varsa istememiz, aramamız veya özlememiz garip değil mi? Kimileri bunu maymun iştahlılıkla açıklamaya çalışıyor, kimileri bir türlü doymak bilmeyen nefsimizin kendimize oynadığı oyunlarla, şişkin egomuzla, mutlu mesut olmayı bilmeyişimizle, şükretmeyi ve memnuniyet duymayı bilmemekle. Say sayabildiğin kadar.

Doğanın parçası insan, geldiği yörenin belki kendisini mıknatıs gibi çekmesiyle ilgili olsa gerek, sıcak ülkelerden geldiyse sıcağı, soğuk diyarlardan geldiyse soğuğu özlüyor. Bu benim teorilendirmeye çalıştığım bir kurgu değil defalarca tanık olunan bir gerçek. İnanmayanlar en yakınlarındaki başka diyarlardan gelenlere sorabilirler. 

Şimdi birden tüm olup bitenleri, yani bu işi kış düşmanlığına kadar vardırmak istemiyorum. Nihayetinde her mevsim kendi içerisinde ayrı bir güzelliği veya gıcıklığı içerisinde barındırır. Ama insan doğanın kırılgan varlıklarından birisi. Ruh halleri çabuk değişiyor. Ayak uydurmakta her zaman yeterli ve hızlı olamıyor. Özellikle bizim gibi Akdeniz ülkelerden veya sıcak bölgelerden gelenlerin güneşe, ışığa ve sıcağa özlem duymaları, daha çok ihtiyaç duymaları o kadar da yadırganacak bir şey değil.

Esma Arslan

27.03.2024

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.